Emi Koyama[i] - 2001
[i] Emi Koyama eminism.org ve diğer çevrimiçi ve çevrimdışı propaganda materiallerinden sorumlu üçüncü dalga piliç aktivistidir. Portland’da, 1975’den beri feminizme Emi’yi geri koyuyor, kendisine emi@eminism.org dan ulaşılabilir.
Giriş
Yirminci yüzyılın ikinci yarısı Amerikan feminist hareketinin farklı kadınların katılımıyla benzeri görülmemiş genişlemesine tanık oldu. Anaakım feminist hareket tarafından manjanilize edilen sesizliklerine son verdiler, içeride hakları olan yeri talep ettiler, önce böyle küçük meselelerle hareketi bölmekle suçlandılar ve nihayetinde feminist düüşüncenin dğerli bir parçası olarak kabul edildiler. Farklılığın zayıf olduğumuz değil en güçlü yanımız olduğunu fazlasıyla farkındaydık. Geçici bölünmelerin veya kutuplaşmanın kapsayıcı koalisyon politikalarının esas faydalarını ortadan kaldıramaz.
Her önceden susturulmuş bir grup kadın konuşmaya başladığında diğer feministler neden orda olduklarını ve kimi temsil ettiklerini tekrar düşünmeye davet edilmiş olurlar. Bu süreç bazen bizi kendi önyargılarımızla ve feministler olarak içselleştirdiğimiz baskının acı veren yüzüyle karşılaşmamıza neden olurken bakış açılarımızı ve etki alanımızı genişleterek hareketin bütütüne yarar sağlar. Bu anlayışla artık trans kadınların hareketin genişleyen alanı olarak feminist devrimde açık olarak yer almalarının zamanının geldiğini ilan ediyoruz.
“Trans” kelime, doğum sırasında atanmış cinsiyetle toplumsal cinsiyet kimliği ve/veya ifadeleri arasındaki süreksizliği de içeren geniş bir yelpazedeki toplumsal cinsiyet kurallarına uymayan herkesi kapsayan şemsiye kelime olarak kullanılmaktadır. Bu manifestonun amacı doğrultusunda “trans kadın/lar” doğumda kendilerine atanan cinsiyetin tersine kendini kadın olarak tanımlayan, ifade eden veya kadın olarak yaşayan kişiler için kullanılmıştır. Benzer şeiklde trans erkek/ler” doğumda kendilerine atanan cinsiyetin tersine kendini erkek olarak tanımlayan, ifade eden veya erkek olarak yaşayan kişiler için kullanılmıştır. Tüm bu işlevsel tanımlar kadın/erkek ikiliğine uymayan veya farklı şekillerde cinsiyet geçişi yaşamış trans bireyleri dışarıda bırakırken, bu bireylerin hepimizin karşılaştığı sorunlar arasındaki benzerliği fark etmelerini ve analizlerimizi bir şekilde kendi mücadelelerinde faydalı bulmalarını umut ediyoruz.
Transfeminizm öncelike özgürlüklerini doğal olarak tüm kadınların özgürlüğüne bağlayan ve ötesinde gören trans kadınların hareketidir. Bu hareket ayrıca diğer queer insanlara, interseks insanlara, trans erkeklere, na-trans [1]kadınlara, na-trans erkeklere ve trans kadınların ihtiyaçlarıyla duygudaşlık kurabilen, kendi özgürlük mücadeleri için trans kadınlarla birlikte mücadele etmeyi önemseyen herkese açıktır. Tarihsel olarak trans erkekler feminist harekete trans kadınlardan daha büyük katkıda bulunmuştur. Özgürlüğümüz için daha fazla trans kadının feminist harekette diğerlerinin yanında yer almasının zorunlu olduğuna inanıyoruz.
Transfeminizm var olan feminist kurumları ele geçrimek demek değildir. Aksine, kendi özgürlüğümüz ve diğerleriyle ortak çalışmalarımız vasitasıyla bir bütün olarak feminizmi genişletecek ve ilerletecektir. Hem trans kadını hem de na-trans kadını savunur ve karşılığında na-trans kadına trans kadını savunmasını talep eder.
Ana ilkeleri nedir?
Transfeminizmin ana ilkeleri basittir. Birinci herkes kendi kimliğini istediği gibi tanımlama ve toplumdan buna saygı göstermesini bekleme hakkı vardır. Buna ayrıca kimliğimizi şiddet ve ayrımcılık korkusundan uzak ifade etme hakkı da dahildir. İkincisi kendi bedenlerimiz üzerinde karar verme hakkı sadece bize aittir, hiçbir tıbbi, dini veya siyasi otoritenin bizim kararımız haricinde beden bütünlüğümüzü ihlal etmeye veya bedenimizle ne yapacağmızla ilgili kararlara engel olmaya hakkı yoktur.
Tabii ki hiç kimse kurumlaşmış cinsiyet sisteminin sosyal ve kültürel dinamiklerinden azade değildir. Cinsiyet kimliklerimiz veya ifadelerimiz hakkında kararlarımızı ataerkil ikili cinsiyet sistemi bağlamı içinde verdiğimiz gerçeğinden kaçamayız. Özellikle trans kadınlar kendini kimin doğal kadın olduğuna, kimin kadın olmadığına karar verme yetkisinde gören tıp cemaati tarafından tanınmak ve desteklenmek için geleneksel “kadınlık” (femininity) tanımını kabul etmek zorunda bırakılmaktadırlar. Çoğu zaman trans kadınlar kadın olarak onaylanmak ve hormonlara, tıbbi müdahalelere ulaşabilmek için kadınlıklarını toplumsal cinsiyet bamakalıplarını içselleştirerek “kanıtlamak” zorunda kalıyorlar. Bu deneyim her kadının farklı olduğunu tanımadığı için hem trans kadınlar hem de na-trans kadınlar üzerinde baskı yaratmaktadır.
Transfeminizm hiç kimsenin gerçek “erkek” veya gerçek “kadın”olmak için cinsiyet kimliğine veya ifadesine dair kişisel kararlarında baskılanamayacağını kabul eder. ayrıca hiç kimsenin “gerçek” feminist olarak nitelendirilmek için bu kişisel kararları baskılayamayacağına inanıyoruz.
Trans kadınlar olarak güvenliğimizin genellikle “normal” kadın olarak onaylanmamızdan geçtiğini biliyoruz, transfeministler olarak da güvenlik ve rahatlık ihtiyacımıza karşılık feminist ilkelerimizi sürekli müzakere ederken buluyoruz. Transfeminizm trans kadınlar da dahil olmak üzere tüm kadınların heteroseksist ve ataerkil toplumsal cinsiyet kurallarını nasıl içselleştirdiğini ve davranışlarımızın küresel dolaylı anlamlarını incelemeye davet eder, aynı anda, ataerkil tanımıyla benzeşen kadınlıktan kendini temizlenmenin feministin sorumluluğu olmadığını belirtmek isteriz. Kadınlar verdikleri kişisel kararlarından dolayı -ki bu kararlar belli tipteki toplumsal cinsiyet kodlarıyla uyumlu olsa bile- toplumsal cinsiyet kodlarını yeniden üretmekle suçlanmamalılardır, bu tür saflık testleri eylemliliğimizi yok sayarak kadınları güçsüzleştirir ve trans olsun olmasın, kadınların büyük çoğunluğunu feminist harekettten soğutur.
Transfeminizm dünyadaki kadın sayısı kadar çok kadın olma biçimi olduğu fikrine inanır, suçluluk duymadan kararlarımızı verebilmeliyiz. Bu amaçla, transfeminizm tek tek kadınların kişisel seçimlerinden dolayı suçlanmasına karşı çıkarken seçimlerimizi engelleyen veya daraltan sosyal ve politik kurumlara karşı çıkar. Gerçek feminist addetmek için bir kadının kişisel seçimler yapma özgürlüğünden vazgeçmesini istemek gereksizdir, hatta baskıcıdır, katı ataerkil yapının ideal kadınlığını aynı derecede katı biraz daha değiştirilmiş feminist olanıyla yer değiştirmesidir. Transfeminizm kadınlara kullanılabilir seçim çeşitliliğini sınırlayan kurumları inceler ve tartışırken kadınların kişisel seçimlerinin saygı gördüğü ortamları desteklemeye inanır.
Erkek ayrıcalığı sorunu
Bazı feministler, özellikle de bazı radikal lezbiyen feministler trans kadın ve trans erkekleri “erkek ayrıcalıklarından” yararlanmakla suçdılar. Erkekten kadına transseksüellerin oğlan çocukları olarak sosyalleştiklerini ve onlara erkek ayrıcalığı verildiğini öne sürdüler, öte yandan kadından erkeğe transseksüelleri erkek ayrıcalığına kavuşmak için kızkardeşlerini ortada bırakan hainler olarak nitelendirdiler. Transfeminizm bu eleştirilere cevap vermek zorundadır çünkü bazı feminist ortamlarda trans kadın ve trans erkeklere yapılan ayrımcılığı haklı çıkarmak için kullanılmaktadır.
Böyle bir tartışmayla karşılaşınca trans kadınlar tepkisel olarak hayatlarında hiçbir zaman erkek ayrıcalığına sahip olmadıklarını söylüyorlar. Onların hayatlarında erkek olarak doğmanın ayrıcalıktan çok külfet olduğuna inanmalarını anlamak çok kolay: çoğu erkek vücutlarından nefret ettiler ve büyürken oğlan çocuğu olarak yetiştirildiler. Sert ve erkekçe davranma baskısı altında ne kadar rahatsız hissettiklerini anımsadılar. Birçoğu oğlan çocuğu gibi davranmadığı için başka oğlan çocukları tarafından alay edildiler, zulme uğradılar. Utandırıldılar ve sıklıkla bunalıma girdiler. Yetişkinliklerinde bile, işlerini, aile ve arkadaşlık ilişkilerini ve güvenliklerini tehlikeye atabilecek açığa çıkarılma korkusuyla yaşıyorlar.
Bununla birlikte transfeministler olarak, böyle basit bir tepki vermemeliyiz. Erkek ayrıcalıklarının bazı erkekler üzerinde diğerlerinden daha fazla etkisi olduğu bir gerçek olsa da erkek olarak doğan trans kadınların bundan hiç yararlanmadığını farzetmek imkansız. Çoğu trans kadın hayatlarının bir bölümünde (“kırık” olarak) erkek olarak “onaylanmıştır” ve örneğin, bu yüzden eğitimde ve işte daha iyi davranılmıştır, hoşlansalar da hoşlanmasalar da erkek olarak algılanmışlardır. Kendine güvenen ve rahat olmaları öğretilmiştir, bazı trans kadınlar cinsiyet geçişinden sonra bu “erkeklik” özelliklerini kendi avantajlarına kullanmıştır.
Burada olan şey farklı toplumsal cinsiyet kimliklerimizden dolayı yaşadığımız baskıyla erkek ayrıcalığı yokluğunu sıklıkla karıştıyor oluşumuzdur. Erkek egemenliğinden hiçbir zaman yararlanmadığmızı söylemek yerine deneyimlerimizin trans olmanın dezavantajıyla erkek ayrıcalığı arasındaki güçlü etkileşimi gösterdiğini belirtmeliyiz.
Doğumda atanmış cinsiyetiyle cinsiyet kimliği veya ifadesi birbirine uyan her kişinin na- trans olma ayrıcalığı vardır. Bu ayrıcalık, diğer tüm ayrıcalıklar gibi, buna sahip olanlara görünmezdir. Diğer ayrıcalıklarda gibi, bu ayrıcalıktan yoksun olanlar sezgisel olarak yokluğunda ne kadar çok acı çekeceklerini bilirler. Trans kadınlar hangi yaşta cinsiyet geçişi yapmış ve ne kadar süre kadın olarak hayatını sürdürmüş olmasına bağlı olarak erkek ayrıcalığından yararlanmış olabilirler ama aynı zamanda da trans olmanın duygusal, sosyal ve mali dezavantajlarını da yaşamaktadır. Trans kadınların diğer kadınlardan daha fazla ayrıcalığa sahip olduğunu iddia etmek iki eşin de erkek ayrıcalığına sahip olduğu için gey erkek çiftlerin heteroseksüel çiftlerden daha ayrıcalıklı olduklarını söylemek kadar cahilcedir.
Trans kadınların ataerkiden arınmış cennet parçası alanlar olarak tasarlanan “sadece kadınlara açık” alanlara girmek istediğinde sıklıkla gerilimler çıkmaktadır. “Sadece kadınlara açık” alanların geçmişinin izi sınıfçılık ve ırkçılık gibi diğer baskı biçimlerinin sürdürülmesindeki kendi rollerini önemsemeyen, çoğunluğunu cinsiyetçiliği sosyal eşitsizliğin temeli olarak öncelik vermiş beyaz orta sınıf kadının oluştırduğu 1970’lerin lezbiyen feminizmine kadar sürülebilir. Cinsiyetçiliğin kadınların hayatlarını diğer sosyal elementlerden daha fazla etkilediğini varsayarak, kendi yaşadıkları cinsiyetçiliğin etnik köken, ırk vs. bakmadan tüm kadınları –yani tüm trans olmayan kadınları kapsadığını zannediyorlardı.1970lerin radikal feministleri hakkındaki son eleştiriler sınıfçılık ve ırkçılığı görmezden gelmelerinin sonucu nasıl kendilerini beyaz orta sınıf kadınlar olarak ayrıcalıklı hale getirdiklerini işaret etmektedir.
Bu anlayışa dayanarak, transfeministler erkek ayrıcalığı suçlamalarına inkar ederek tepki vermemelidirler. Beyaz olanlarımızın beyaz ayrıcalığından bahsetmesi gerektiği gibi biz trans kadınların da erkek ayrıcalığından –başkalarından daha fazla- yararlandığımızı açık yüreklilikle kabul etmemiz gerekir. Transfeministler benzerliklere de saygı duyduğu kadar farklılıklara da saygı duyar çünkü kadınlar çok farklı sosyal çevrelerden gelmektedirler. Transfeministler kendi ayrıcalıklarıyla yüzleştikleri gibi na-trans kadınların da kendi na-trans (trans olmayan) ayrıcalıklarıyla yüzleşmelerini bekler.
Kendi ayrıcalıklarımızı kabul ederek ve belirterek, trans kadınlar kadınlığın beyaz orta sınıf ölçütü tarafından geleneksel olarak yok sayılan ve “bayana yakışmayan” farzedilen başka gruplardan kadınlarla ortak alanlar oluşturma umidini taşıyabiliriz. Sapık olarak adlandırılırken ve kendimiz olduğumuz için saldırılırken ayrıcalık sorusundan kaçınarak bir kazancımız olmuyor.
Karşıt özcülüğün yapısökümü
İkinci dalga feminizm kişinin toplumsal cinsiyetinin biyolojik cinsiyetinden farklı ve toplumsal cinsiyetin sosyal ve kültürel bir kurgu olduğu fikrini popülerleştirirken geriye sorgulanamaz gerçek fiziksel cinsiyet vardır inancını bıraktı. Cinsiyet toplumsal cinsiyetten farklıdır söylemi zorunlu toplumsal cinsiyet rollerini bozmak için kullanılan güçlü bir söylemdi fakat feministlerin problemin sadece yarısını sorgulamasına yaradı, dişi ve eril cinsiyetlerinin özünün doğallığını son günlere kadar bıraktı.
Transfeminizm hem cinsiyetin hem de toplumsal cinsiyetin sosyal olarak kurgulandığını, üstelik cinsiyet ve toplumsal cinsiyet arasındaki ayrımın kolaylık olsun diye suni olarak çizildiğini kabul eder. Toplumsal cinsiyetin bir sosyal kurgu olduğu kavramının kadının kapasitesine karşı geleneksel tutumları parçalamak için çok güçlü bir araç olduğu kanıtlanmışken biyolojik temele dayandırılarak belli ayrımcılık politikalarının veya yapılarının meşrulaştırılmasına yer açmış oldu. Ayrıca, fiziksel cinsiyetin kim olduklarının içsel algısından daha yapay ve değiştirilebilir olduğunu hissettirmesinden dolayı trans deneyimleri gerçekliklerini gösterememiştir.
Biyolojik cinsiyetin bir sosyal bir kurgu olması soyut bir gözlem değildir: birçok interseks insanın içinden geçtiği bir fiziksel gerçekliktir. Anatomik özellikleri eril ve dişiye uymayan bireylerin varlığına toplum yer vermiyor, tıp uzmanları tarafından sakatlanıyor ve doğumda atanan cinsiyetlerine göre yetiştirilmeleri için yönlendiriliyorlar. İnterseks insanlara nasıl yaşamak istedikleri ve cerrahi müdahale veya hormonal “düzeltme” isteyip istemedikleri konusunda karar verme olanağı verilmiyor. Birçok interseks insan bu kadar büyük kararlarda cinsiyet kimlikleri doğumda atanan cinsiyetlerine uysa da uymasa da hiçbir söz haklarının olmamasını çok dehşet verici buluyor. İnterseks çocukların cinsiyet organlarının sakatlanmasını (klitoris sünneti, vs.) ortada doğru düzgün rıza olmadığı için vücut bütünlüğne karşı bir taciz olarak görüyoruz. Bu konu kişilerin cinsiyet kimliklerinin doğumda atanan cinsiyetlerine uyup uymamasıyla alakalı değildir, interseks kişilere vücutlarına ne yapacaklarına dair bir seçim verilip verilmemesiyle ilgilidir.
Trans kişiler basit tıbbi standarta göre doğumda rızaları dışında onlara atfedilen cinsiyetten hoşnut değillerdir. Farklı trans bireyler vardır: bazıları kendini hem erkek hem kadın olarak veya hiçbir cinsiyet içinde tanımlamazken, bazıları da kendini tıbbi müdahele geçirse de geçirmese de tıp otoritelerinin belirlediği cinsiyetten farklı bir cinsiyetle tanımlar. Trans özgürlüğü kendimizi tanımlama hakkımızı tıp, politika ve din otoritelerinden geri almakla ilgilidir. Transfeminizm cinsiyet hangi şekilde atanırsa atansın bunun sosyal ve politik bir kurgu olarak görür ve kişilerin kendi cinsiyetlerini istedikleri biçimde atayabilecekleri ( hatta hiçbir cinsiyet atamayacakları) bir toplumsal sözleşmeyi savunur.
Trans bireyler olarak politik olarak örgütlenmeye başlarken cinsiyet kimliğinin özcü kavramını kabul etmek baştan çıkarıcıdır. Bu klişe anaakım medya tarafından “erkek bedenine hapis olmuş kadın” veya tersi şeklinde popülerleştirildi. Bu stratejinin neden bu kadar çekici olduğu belirgindir, değiştiremeyeceğimiz biyolojik bir hatayla doğduğumuza toplumu ikna edersek daha kolay kabul edileceğizdir. Bu genellikle bizim için çok temel ve anlamlı olan kim olduğumuza diar içsel algımızla da uyumludur. Oysa transfeministler olarak yansımalarından dolayı bu tür baştançıkarıcılara karşı koyuyoruz.
Trans bireyler genellikle fiziksel cinsiyeti akıl ve ruh cinsiyetiyle uyuşmayan olarak tanımlanıyor. Bu açıklama sezgisel olarak uygun olabilir buna karşın transfeminizm için problemlidir. Bir kişinin dişi akla veya ruha sahip olduğunu söylemek demek birbirinden belirgin şekilde farklı dişi ve eril akılların olduğu anlamına gelebilir ki bu kadınlara yönelik ayrımcılığı meşrulaştırmak için kullanılabilir. Cinsiyet kimliğimizi özcü bir yerden ele almak biyolojik özcülük kadar tehlikeli olabilir.
Transfeminizm cinsiyet kimliklerimizi bize ne daha özgün, rahat ve samimi hissettiriyorsa ona dayanarak, yaşarken ve diğerlerine verili sosyal ve kültürel kısıtlamalar içersinde bağlıyken inşa ettiğimize inanıyoruz. Bu hem cinsiyet kimliği doğumda atanan cinsiyetle uyumlu olanlar hem de trans bireyler için doğrudur. Tanınma ve saygı taleplerimiz bu referansla hiçbir şekilde zayıflatılmamalıdır. Karşıt bir özcülükle varlığımızı meşrulaştırmak yerine trasnfeminizm cinsiyet/toplumsal cinsiyet uyum kuralcılığındaki özcü kabulu parçalar.
Feminizmin konusu olan beden algısı/farkındalığı
Feministler olarak bedenlerimizle rahat, özgüvenli ve güçlü hissettiğimizi söylemek isteriz ama bu ne yazık ki trans kadınlar da dahil birçok kadın için geçerli değildir. Birçok transfeminist için beden imgesi konusu güvenlik ve rahatlık ihtiyacımızla feminist politikalarımızla çarpışan yerdedir. Çoğumuz aynadaki görüntüsünden o kadar rahatsızdır ve utanıyordur ki ya açılmayı tercih etmez ya da kadın kimliğimizle vücutlarımızı uyumlu hale getirmek için kıl aldırmaya katlanmak, hormon kullanmak ve cerrahi müdahaleler geçirmek zorundayızdır. Bu işlemler pahalı, acı verici ve zaman alıcıdır, kalıcı kısırlığa sebep olaibleceği gibi kanser riskini de yükseltir.
Neden insanlar böyle insalık dışı bir uygulamayı seçer? Vücutlarımızı cinsiyet kimliklerimizle uyumlu hale getirme ihtiyacımızın doğuştan veya elzem olduğuna inanmak isteyebiliriz ama sosyal ve politik faktörlerin kişisel kararımızı etkilemediğini söyleyemeyiz.
En önemli faktör toplumun zoraki ikili toplumsal cinsiyet rolleri uygulamasıdır. Kimliklerimiz içine doğduğumuz sosyal çevrenin ürünü olduğu için kişinin cinsiyet kimliğiyle fiziksel cinsiyeti arasındaki süreksizliğin toplumun ikili cinsiyet sistemi sürekli devam ettirdiği için problemli olduğunu söyleyebilir. Bir kişinin cinsiyeti/toplumsal cinsiyeti toplumda önemsiz bir faktör olsaydı trans bireylerin bedenini cinsiyet ikiliğine uydurma ihtiyacı tamamen ortadan kalkmasa bile azalacaktı.
Ancak bu muhakeme trans bireylerin kendi bedenleri hakkında karar vermelerine engel olmamalıdır. Trans kadınlar istismar, şiddet ve ayrımcılığa karşı son derece savunmasızdırlar, kendilerini güvende ve rahat hissetmeleri için ne yapıyorlarsa yapsınlar suçlu hissettirilmemelidir. Transfeminizm bizi sosyal ve politik faktörlerin kararlarımızı etkilediği yolları göz önünde bulundurmaya davet eder ama bedenlerimiz ve cinsiyet kimliği ifadelerimiz hakkında ne karar verdiysek toplumdan buna saygı göstermesini talep eder.
Kişilerin kendini rahat ve güvende hissedeceği şekilde nasıl yaşayacaklarını seçme hakkını savunurken katı toplumsal cinsiyet rollerinin kurumsal zorlamasına karşı çalışmak çelişkili değildir. Ne de, istediklerinde kişilerin bedenlerini değiştirme kararlarını desteklerken sağlıklı bir özgüven geliştirmek için birbirimize destek sağlamada bir çelişki vardır. Her birimiz toplumun keyfi cinsiyet ve toplumsal cinsiyet varsayımlarına dogmatik olmadan meydan okuyabiliriz. Aynı zamanda bizden hayatımızıdaki her baskıcı etmene karşı çıkmamız beklenmemelidir, bizi yıpratır ve deli edebilir. Bildiğimiz gibi isyanımız normatif toplumsal cinsiyet sistemininin istikrarını bozmaya dönüktür. Çeşitli feminizmler, queer aktivizm, transfeminizm ve diğer yenilikçi hereketler ortak hedef olan heteroseksist ataerkinin farklı bölümlerini hedef alırlar.
Kadına yönelik şiddet
1970lerden beri feministler kadına yönelik şiddeti kesinlikle münferit olaylar olarak değil tüm kadınları hükmü altına almak için ataerkinin sistematik işlevi olarak tanımlamışlardır. Transfeminizm birden fazla baskıdan muzdarip diğer kadınlar gibi trans kadınların da na-trans kadın ayrıcalığına sahip olanlara oranla şiddete karşı daha korunmasız olduğu gerçeğine dikkat çeker.
Öncelikle trans kadınlar kadın olarak yaşadıkları için hedef seçilirler. Kadın düşmanı bu toplumda kadın olmak çok tehlikelidir ama ev içi ve cinsel şiddetin hedefi olduğumuzda bazı etmenler bizi daha da savunmasız yapar. Örneğin, bir adam bir trans kadına saldırdığında, özellikle de tecavüz etmeye çalıştığında kurbanının bir zamanlar ya da hala “erkek” anatomisine sahip olduğunu keşfedebilir. Bu keşif homofobi ve transfobi etkisiyle ateşlenmiş daha şiddetli bir saldırıya yöneltebilir. Trans kadınlar trans oldukları anlaşıldığında erkekler tarafından saldırıya uğruyorlar. Seks işçilerinde olduğu gibi trans kadınların -özellikle de mağdur seks işçiliği yapan bir trans kadınsa- anaakım medya ve otoriteler katilleri de bulmak konusunda daah isteksiz oluyorlar. Düşük özgüvenleri ve negatif vücut algısından dolayı sevgililerininin sözlü ve duygusal saldırılarına daha savunmasızdırlar.
Bir saldırgan için bir trans kadını çirkin, utanmış, değersiz ve deli hissettirmesi çok kolaydır çünkü bu mesajların aynısını toplum uzun yıllar boyunca ona söylemişti. İstismarcılar kadınların kendi kimliklerini ve deneyimlerini –ki trans kadınların muhtemelen savunmasız olarak başladığı- tanımlama yeteneklerini ellerinden alarak ev içi şiddetten paçayı kurtarıyorlar. Trans kadınların istismarcılarını bırakmaları daha zor oluyor çünkü iş bulmaları daha zor ve eğer çocukları varsa istismarcı eşi boşayınca çocuklarının velayetini alamayabiliyor.
Dahası trans kadınlar queer oldukları için hedefteler. Homofobik kişiler nefret suçları işlerken gey mi trans mı ayırmıyorlar fakat trans kişiler geylerden daha görünür oldukları için saldırıya daha açık oluyorlar. Homofobik teröristler geyleri avlamak için onların yatak odalarına girip bakmıyor, algıladıkları cinsiyetin cinsiyet kodlarına uyup uymadığına bakıp avlıyorlar, genellikle de görünür anormal cinsiyetli olanları seçmekteler. Katilleri anaakım gazete başlıklarına çıkan her gey ve lezbiyen için, “açık” trans kişiden çok “açık” gey ve lezbiyen olmasına karşın bütün ülkede daha fazla trans insan öldürülüyor.
Trans erkekler erkek rollerine tam olarak bürünmedikleri zaman zulmeden toplum tarafından ortaya çıkarılacakları korkusuyla yaşıyorlar. Trans erkeklere yönelik şiddet yabancılar kadar “arkadaşları” tarafından iç içe geçen misojeni ve transfobi yüzünden, toplumsal cinsiyet normlarını ihlal ettikleri için tekrar “kadın yerlerine” sokmak ve cezalandırmak için yapılıyor.
İçinde yaşadığımız tehlike yüzünden, transfeminizm translara dönük şiddetin üzerine çalışılması gereken en önemli alan olduğuna inanır. Bazı sadece kadınlara açık organizasyonlara alınmamak bizi kırmış veya hayal kırıklığına uğratmış olabilir ama gerçek anlamıyla bizi öldüren veya intihara sürükleyen bize dönük şiddet daha sık ve daha uzun süredir var. Başka seçeneğimiz yok fakat acilen harekete geçmemiz gerekmektedir.
Bu bakımdan geleneksel eviçi şiddet sığınakları, tecavüz kriz merkezleri nefret suçu önleme programlarıyla ortak çalışmak gerekir. Hali hazırda bazı sığınaklar diğer kadınlar kabul ettikleri gibi trans kadınları kabul ederken bazıları çeşitli nedenlerle geri çevirmekte. Varolan bu kurumları neden trans kadınları kabul etmeleri ve hizmetlerinden yararlandırmaları gerektiği konusunda örgütlemeli ve eğitmeliyiz. Trans kadınların şiddete daha açık olmasının dışında trans kadınlarla na-trans kadınlara yönelik şiddet arasında bir fark olmadığını anlatmalıyız. Ayrıca trans erkeklere hizmet verilmesini de savunmalıyız.
Transfeministler olarak bu kurumlardan sadece hizmet beklemek yerine buralarda çalışmalıyız da. Hizmet ağlarını genişletirken güvenliklerini korumak için kamufle yöntemi geliştirilmesine yardımcı olmaya gönüllü olmalıyız. Kendimizi ihtiyacı olan başka trans kadınlara kriz danışmanları ve dava yönetici olmalıyız. Çalışanlarını eğitmeleri için trans konularına özel atölyeler hazırlamalıyız. Kendi deneyimlerimizden yola çıkarak feministlerin kadınlar için hazırladığı kendini koruma kursları gibi biz de trans kadınlara kendini koruma kursları hazırlamalıyız. Sığınaklarımızı baştan başlatmak belki bizim için çok zor olacaktır fakat kadına ve diğer cinsel azınlıklara karşı şiddetle mücadel edenlerle beraber çalışabiliriz.
Ayrıca ekonomik şiddetten de bahsetmek zorundayız. Yüksek maliyetli cinsiyet geçişinden dolayı, çalışma alanında trans bireylere yönelik ayrımcılık çok yaygın olduğu için ve kadınlar daha az para kazandığı için trans kadınlar genellikle yoksulluk çekmektedir. Bu ayrıca trans kadınların istismarcı eşlerinin elinde bizleri istismar eden bu ilişki içinde tutmak ve kontrol etmek için daha çok baskı uygulaması demektir. Transfeminizm asynı anda politik, sosyal ve ekonomi alanında transfobiyle olduğu kadar cinsiyetçilikle de mücadele eder.
Sağlık ve üreme seçimi
Çocuk sahibi olamayacak olan trans kadınların üreme hakları hareketiyle ilgilenmesi ironik görünebilir fakat transfeminizm kadınların seçme hakkıyla trans kadınların özgürleşmesi arasında sıkı bağlar görür.
Öncelikle, toplum trans varlığımızı üreme organlarımızla uğraştığımız için damgalar. Cinsiyet organlarıyla oynamayan estetik ameliyatları cinsiyet greçişi ameliyatlarından daha fazla gerçekleştirilmesine karşın hiçbiri aylarca psikiyatrik gözleme tabii tutulmazlar. Ne de estetik ameliyat olanlar televizyon şovlarında alay edilmez ve küçümsenmezler. Kendi seçimlerimiz üzerindeki bu histerinin bir bölümü üreme organlarımız üzerindeki özgür irademize karşı toplumun tabusu ile ateşlenir: kürtaj olmak isteyen kadınlar gibi, bedenlerimiz savaş alanları haline getirilir.
Buna ek olarak, trans kadınların kullandığı hormonlar na-trans kadınların kullandığı doğum kontrol ilaçları, ertesi gün hapları ve hormon tedavisinde kullanılan ilaçların aynısını veya aynı kimyasal birleşimleri kullanmaktadırlar. Trans kadınlar olarak östrojen temelli ilaçların güvenliği, maliyet ve ulaşılabilirliği konularında na-trans kadınlarla aynı endişeleri taşıyoruz. Bedenlerimizi kontrol etmeye çalışan sağ politik taktiklere karşı trans ve na-trans kadınlar birleşmelidir.
Tabii ki üreme seçimi sadece doğum kontrol ve kürtaj olmayla ilgili değil, mecburi kısırlaştırmaya karşı koymayla ve kürtaj olanağına ulaşamayan kadınlarla da ilgilidir. Aynı şekilde transfeminizm interseks kişiler için tavsiye edilenler de dahil olmak üzere hormon tedavisi ve cerrahi müdahaleyi ret etme hakkı ve toplumun bizi kendimiz olarak kabul etmesi için mücadele eder.
1980’lerde lezbiyenler üreme hakkı için çalışan kurumlardan amaçlarıyla alakaları olmadıkları düşünülerek uzaklaştırıldılar. Seçme hakkı ne sadece heteroseksüel konusu ne de na-trans konusudur, esasen kadınların kendi bedenleriyle ne yapacaklarına karar verme hakkına sahip olmalarıyla ilgilidir. Transfeministler üreme hakkı için çalışan kurumlara katılmalı ve seçim için gösteri yapmalılar. Bir kadının hamileliği hakkında verdiği karara saygı göstermeyen toplum cinsiyet kimliğimizle bedenimizi uyumlu hale getirmek için yaptırmak istediğimiz cerrahi müdahaleler hakkındaki kararımıza da saygı göstermeyecektir. Reçetesiz hormon kullanmaktan veya cinsiyet geçişi ameliyatları için denizaşırı ülkelere gitmekten korkuyorsak, yasal olmayan kliniklerde kürtaj olmaktan korkan kadınlarla kendimiz özdeşleştirebiliriz.
İlaveten, transfeminizm kadın sağlığı hareketinin deneyimlerini öğrenmeye ihtiyaç duyar. Saqdece kadınları ilgilendiren, göğüs kanseri gibi konulardaki araştırmalar gökten zembille inmedi. Dinamik aktivizm ve akran eğitimiyle bu konular ciddiyetle ele alınmaya başladı. Geçmişte tıp kurumunun kadın sağlığını ilgilendiren konuları yeterli seviyede ele almadığı göz önünde bulundurarak transfeministler güç sahiplerinin trans kadınların sağlığını ciddiyetle ele almasını bekleyemez. İşte bu yüzden kadın sağlığı hareketinin içinde olmalı ve genişlemesini sağlamalıyız.
Kadın sağlığı hareketindeki benzer deneyimler cinsiyet kimliğinin hastalık olarak tanımlanması üzerindeki stratejik çelişkiyi çözer. Yıllardır, trans bireyler tıbbi müdahaleler için önkoşul olan “cinsel kimlik bozukluğu” tanımının hastalık olmaktan çıkarılmasını talep etmek ya da etmemek konusunda kendi aralarında tartışıyorlar. Bir hastalık olarak tanımlanan “cinsel kimlik bozukluğu” bazılarımızın gerekli cerrahi müdahaleleri yaptırmalarını sağlarken aynı zamanda da bizleri damgaliyor ve irademizi ret ediyor. Modern tıbbın feminist eleştirisinden önce, eril merkezli düşünceye göre düzenlenen tıp kurumları tarafından dişi bedenler “anormal” olarak görülmüş ve hamilelik, regl, menopoz gibi kadınların sıradan deneyimlerini hastalık olarak tanımlamışlardır, kadın sağlığı hareketi tıp kurumlarını bu deneyimlerin sıradan insan deneyimleri olaqrak kabul etmesi yönünde zorlamıştır. Transfeminizm, transseksüelliğin bir hastalık veya bozukluk değil, hamillelik gibi insana ait sıradan bir deneyim olduğunda ısrar eder. Bu nedenle “cinsel kimlik bozukluğunu” hastalık tanımından çıkartırken trans kişilerin tıbbi tedavilere ulaşımının kolaylaştırılmasını istemek tutarsızlık değildir.
Eyleme çağrı
En çok reddedilmeyi feminist topluluk içinde veya dışında yaşamış olsak da, en yakınımızdakiler yine feministler, lezbiyenler ve queer toplulundakiler oldu. Transfeminizm kimin “kadın” kategorisine girip girmediği üzerine entelektüel tartışmalar yapmanın gereksiz olduğunu söyler: şimdi harekete geçmeli ve ortaklıklar oluşturmalıyız.
Hergün rahatsız ediliyoruz, ayrımcılığa, saldırıya ve istismara uğruyoruz. Ne kadar çok onaylansak da kadınlar saldırı altındayken trans varlığın sosyal görünmezliği bizi koruyamayacak. Kadınların nasıl davranması gerektiğini söyleyen toplumsal kurallara uyarak kazanamayız, na-trans kadınlar kadar feminizme ihtiyacımız var. Transfeministler feminist öncüllerinin gelenekleriyle gurur duyar ve onların mücadelesine kendi hayatlarında devam ederler.
Transfeminizm, katı cinsiyet hiyerarşisi yüzünden varlığımız problem haline getirildiği için toplumun her cinsiyetten bireye eşit davranması durumunda, cinsiyet geçişi halindeki kimliklerin onurlandırılacağına inanır. Bu yüzden hayatta kalmamız ve onurlu olmamız için feminizm içindeki yerimizi tehditkar veya işgal eder halde değil, arkadaşça ve işbiliği içinde talep etmeliyiz. Bazı feminist kurumların şüphe ve reddetmeleri birçok kere kendilerine “pro-feminist” diyen erkekler tarafından ihanete uğratıldıkları için doğaldır, bizim harekete istikrarımızla ve bağlılığımızla transfeminizm feminizmi daha kapsayıcı olmaya yöneltecektir.
[1] na-trans benim İngilizcedeki cisgender’a karşılık önerim, ayrıca gayritrans gibi br kelime de aklıma geldi amak kulağımı tırmaladı; trans olmayan anlamına geliyor.
çeviri: aligül
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
silkele tüm taşlarını, biz bizeyiz;)